Gençlerin en sevdiği kalemlerden Nehir Yarar, bu kitabıyla da genç sevinçlerin naif ortağı, gülümseten gençlik kaygılarının zarif sözcüsü oluyor. Hazırsanız o samimi anlatım dili, bir koluna okul yaşantısını, diğerine tatlı bir ailenin zorunlu göçle şekillenen derin öyküsünü takacak, usul usul akıp gidecek. *** Herkesin bir hikâyesi vardır. Günce’nin size anlatacağı bu hikâye ise bol sürprizli ve eğlenceli. Kimi zaman da biraz karmaşık. Neden mi? Okul hayatının zorluklarını tahmin edersiniz. Özellikle bitirim ikili Simge ve Selin’in yaptıklarına hiç anlam veremiyor Günce. Neyse ki Poyraz fikirleriyle hep yanında. Günce’nin şenlikli geniş ailesi, mahalle yaşantısı ve kedisi Zozo da bu hikâyeyi epey renklendiriyor, bizden söylemesi. Ama en renklisi, hiç kuşkusuz dedesinin anlatacakları... Bir ödev sayesinde dedesinden dinledikleri, Günce’nin hikâyesinde bambaşka kapılar açacak. Biz de akıp giden bu konuşkan satırlara bırakacağız kendimizi. Haydi! Tema: Yer ve zaman olarak nerede olduğumuz Kavramlar ve Anahtar Sözcükler: DUYGULAR, ilişkiler, aile, BİREY VE TOPLUM, arkadaşlık, önyargı, İLETİŞİM, kendini tanıma, HAK VE ÖZGÜRLÜKLER, göçmenlik, araştırma, sorun çözme, kültürel aktarım, farklılıklar, akran zorbalığı, ilgi alanları Tutum ve Değerler: Merak, istekli olma, bağımsız davranma, işbirliği, empati, güven, özgürlük, saygı, sevgi, sorumluluk Profil Öğeleri: Sorgulayan, açık fikirli, dönüşümlü düşünen KİTAPTAN Eve döndüğümüzde evin en rahat koltuğuna boylu boyunca uzanıp vejetaryenlere özel dergisini karıştırmaya başlayan babamı, akşam yemeğine kadar rahatsız etmeme kararı aldım. Zaten videomu yükleyebilmek için yalnız kalmaya ihtiyacım vardı. İşim bittiğindeyse Sabri dedemle konuşmam gerektiğini hatırlayıp evden çıktım fakat üst katta kimseyi bulamadım. Sabri dedemin merdivenleri inmeyi göze aldığında sıklıkla gittiği çay bahçesinde olabileceği aklıma geldi. Yanılmamışım. Kendi yaşlarında iki arkadaşıyla birlikte ıhlamur içiyordu. Tam ağzını açacaktı ki beni fark etti. “Günce, hoş geldin yavrum. Hayırdır, bir şey mi oldu?” “Yoo, sadece seni görmek istemiştim” dedim diğer arkadaşlarından çekinerek. “Gel otur yanımıza, seni çocukluk arkadaşımla tanıştırayım” demez mi, şaşırdım. Çünkü Sabri dedemin çocukluğu Bulgaristan’da geçmiş, bu durumda yanındaki de Bulgaristan’dan tanıdığı biri. Merakla yanlarına oturdum. Şadiye Öğretmen’in verdiği ödev için bulunmaz bir fırsattı. *** “Kaç yaşındasın Sabri dede?” “1930 yılında, mart ayının ilk günü doğmuşum. Annem öyle derdi.” “Bence bu işte bir tuhaflık var Sabri dede. Neredeyse doksan yıl kadar önce doğmuşsun ve doğum gününü biliyorsun.” “Niye bilmeyecekmişim?” “Eskiden nüfus kayıt işleri pek sağlam tutulmazmış. Bazen de yaşı küçük görünsün diye yılın son aylarında doğanların nüfus cüzdanı çıkarılmaz, ertesi seneye bırakılırmış. Çoğu insanın doğum tarihinin 1 Ocak olarak yazılmasının sebebi de buymuş.” “Küçük hanımın bilmediği de yok.” “Babam anlatmıştı.” “Benim doğum günümde yanlışlık yok. Annem 1 Mart günü doğduğum için bileğime hemen bir martenitsa bağlamış” dedi kaşlarını çatarak. “Martenitsa mı, o da nedir?” “Bulgaristan göçmeni bir ailen olduğuna inanmak güç ancak seni suçlamıyorum. Babanın hatası bu. İpe sapa gelmez her şeyi anlatır ama eski geleneklerimizden hiç bahsetmez” dedi başını sağa sola umutsuzca sallayarak. “Babamı bilirsin Sabri dede, bilimsel olmayan şeylerle pek ilgili değildir.” “O halde beni dikkatle dinle küçük hanım. Mart ayının ilk günü Marta Nine günleri başlar. Bu eski bir Pagan geleneğidir. İnsanlar sağlık, uzun ömür, kısmet dilekleri eşliğinde birbirlerine martenitsa denilen bileklikleri takarlar. Sadece insanlara değil meyve ağaçlarına, hayvanlara da takılırdı bu süsler. Yeni başlayan tarım yılının bereketli geçmesi için dilekler tutulurdu. Kırmızı ve beyaz iplerden örülen martenitsalar her yeri çiçek gibi süslerdi.” “Neden kırmızı ve beyaz renkli ipler kullanılıyormuş?” “Beyaz rengin uzun ömrü, kırmızının ise sağlık ve gücü temsil ettiği söylenirdi. Bahar demek yeniden doğmak demektir. İşte Marta Nine ile baharın gelişini kutlardık. Martenitsalarımızı bir leylek ya da çiçek açmış bir ağaç görünceye kadar üzerimizde taşırdık.” Yazar Hakkında: 1978’de memur bir ailenin çocuğu olarak Konya’da doğdum. Çocukluğum ve ilk gençlik yıllarım Türkiye’nin farklı şehirlerinde geçti. 1999’da sınıf öğretmeni olarak ilk görev yerim Bursa’da iki sınıflı, sobalı, etrafı şeftali ve kiraz bahçeleriyle çevrili şahane bir köy okuluna atandım. Bursa’ya doyamadan başkentteki çocuklar çağırdılar ve 2008 yılından itibaren Ankaralı öğrencilerime kavuştum. En büyük hayalim, öykülerimle genç okurların hayal dünyalarında yeni kapılar aralamak, hatta kitap bittikten sonra kahramanlarıyla tanışmayı isteyecek kadar çok sevecekleri eserler yazmak. Dinleyici sıkıntısı çeksem de yan flütümle konser vermek, tanıdık tanımadık tüm kedilerle ahbap olmaya çalışmak hobilerimdendir. Beden eğitimi dersinde yakan top oynamak, siyah çikolata yemek ve çocuklarla sohbet etmek ise en sevdiklerim arasındadır.