Hem gerçeklikte hem de mecazi anlamda göç, modernitenin temellerinin altını oyan ve onları sorgulamaya açan bir kavramdır. Küresel düzlemdeki insan göçleri modernitenin çekirdeği olan kent mekânını dönüşüme uğrattığı gibi, ulusdevlet sınırlarını ya da Birinci Dünya ve Üçüncü Dünya gibi ayrımları da muğlaklaştırmakta ve eski açıklama kalıplarını geçersizleştirmektedir. Kavramsal düzeyde ise bu sürece, farklı tarih ve hafızaların iç içe geçip harmanlanması, tekil kimlik kurgularının parçalanması ve dilin melezleşmesi eşlik etmektedir. Bu gözlemlerden yola çıkan Iain Chambers, modernitenin gözlüğünden bakmakta ısrar eden toplumsal ve kültürel kuramların bu “hareketli” dünyayı anlamakta yetersiz kaldığı tespitini yapıyor. Bizi melez diller, dünyalar ve tarihler arasında gezdiren yazar, mekân ve kimlik anlayışımızın nasıl değiştiğini ortaya koyuyor. Somut gözlemlerle kuramsal düşünümlerin yan yana yürüdüğü “denemeler”den oluşan bu metin, aynı anda hem parçalı hem de bütünsel bir yapı arz ediyor. Kültürel çeşitliliğin farklı mecralarında gezinirken, “öteki” ile tanışmanın ve anlaşmanın yeni yollarını keşfediyoruz.